Kaç Çeşit Türkü Vardır? Sayılara Sığmayan Bir Hafızanın Peşinde
Şöyle oturup dost meclisinde, birinin bağlamayı akort ederken diğerinin çayları tazelediği anları bilirsiniz. Tam o esnada sorulur: “Peki, kaç çeşit türkü var?” Ben de her seferinde gülümserim; çünkü bu soru rakamla değil, hikâyeyle cevap ister. Türkü dediğin, köy meydanından şehir apartmanına, düğün salonundan metrodaki kulaklığa uzanan canlı bir nefestir. Saymaya kalkınca ya birini eksik bırakırsın ya da fazlasıyla kabına sığmaz; çünkü türkü, biz nereye gidersek oraya taşınır, orada çoğalır.
Neden “Kaç Çeşit?” Sorusu Zor Bir Sorudur?
Türküler yazıya geçmeden önce kulaktan kulağa taşınan, her uğradığı elde yeni bir süs, her yeni coğrafyada yeni bir ritim kazanan sözlü kültür ürünleridir. Bu yüzden sabit bir “sayı”dan çok, birbirini kesen eksenler üzerinden konuşmak daha doğru olur. Yani türkülerin çeşitleri; nasıl söylendiğine, nerede doğduğuna, ne işe yaradığına ve hangi ezgisel ayağa yaslandığına göre değişir. Aynı türkü, bir yörede ağıtken başka bir yerde düğün havasına dönüşebilir. İşte tam da bu akışkanlık yüzünden, “kaça bölelim?” sorusu, “nereden bakalım?” sorusuna dönüşür.
İki Ana Damar: Uzun Hava ve Kırık Hava
Yine de bir yerden başlamak gerek. Türk halk müziğini en genel hatlarıyla iki ana damarda düşünürüz:
- Uzun Hava: Serbest ritimli, ölçüye sıkı sıkıya bağlı olmayan, sözün duygusuna nefes aralıklarıyla yön veren söyleyiş. Bozlak, hoyrat, divan, maya, gurbet havası gibi alt türleri burada buluruz. Gün batımında tek bir sesin vadide yankılanması gibi…
- Kırık Hava: Ölçülü, ritmi belirgin; ayağa kalkınca ayağına kendiliğinden vurmak istersin. Halay, zeybek, horon, bar, karşılamalar, kaşık havaları, çiftetelli, Teke zortlatması gibi dans ve oyun odaklı türleri kapsar.
Bu iki damarı akarsu gibi düşünün: Kolları birleşir, ayrılır; kimi zaman aynı söz başka ritimde yeniden doğar. Bir yanda içe çeken uzun hava; diğer yanda meydanı coşturan kırık hava…
Başka Eksenlerden Bakınca Türkü Çeşitleri
1) Yöresine Göre
Her yörenin dili, iklimi, sesi başka: Ege’nin zeybekleri ağır ve gururludur; Karadeniz’in horonu dalga gibi çarpar; Doğu’nun barları disiplinli, İç Anadolu’nun bozlakları içten bir çığlık gibidir. Torosların Teke oyun havaları, Trakya’nın karşılamaları… Yöre, türkünün hem melodik rengini hem de hikâye evrenini belirler.
2) Ayağına (Ezgi Kalıbına) Göre
Halk müziğinde “ayak”, ezginin yürüyüşünü anlatır. Kerem, Garip, Bozlak, Misket, Hüseyni gibi adlar; melodik çekirdeğe işaret eder. Bir türkü “Kerem ayağı”nda yürürken başka bir türkü “Garip ayağı”na yaslanabilir. Bu sınıflama, icracıya “bu ezgi hangi omurgada duruyor?” sorusunun cevabını verir.
3) İşlevine (Bağlama) Göre
Türkü yalnızca dinlenmez; iş görür. Tarlada ritmi tutar, düğünde adımı sayar, kınada duayı taşır, askere uğurlarken yüreği yumuşatır. Bu yüzden:
ağıtlar (yası taşır), ninniler (uykuyu çağırır), düğün ve kına türküleri (ritüeli örer), iş ve imece türküleri (emeğe tempo verir) gibi işlev temelli ayrımlar da bambaşka bir “çeşitlilik haritası” çıkarır.
4) Söz Kalıbına Göre
“Türkü” bir melodi olduğu kadar bir şiir formuna da yaslanır: koşma, semai, destan, varsak/varsagi, mani gibi kalıplar; ölçü, kafiye ve vurgu dünyasını belirleyerek türküleri kıvama getirir. Âşık geleneğinin diliyle konuşan bu biçimler, melodiyi söze, sözü hikâyeye bağlar.
Günümüzdeki Yansımalar: Meydandan Kulaklığa
Bugün türkü, düğün meydanından Spotify listesine, bağlama odasından YouTube kanalına akıyor. Gençler cover kaydediyor, elektronik prodüktörler remix yapıyor, indie sahnesi bir uzun havanın iç çekişini lo-fi dokularla birleştiriyor. Diasporada büyüyen çocuklar, memleket hikâyelerini hip-hop ritmiyle anlatırken nakaratlarına ninni parçası serpiştiriyor. Diziler, filmler ve oyun müzikleri; bir anda unutulmuş bir ezgiyi milyonlarla buluşturabiliyor. Kısacası, türkü geçmişe ait bir vitrin değil; bugünün ses teknolojisiyle yeniden yazılan bir ev.
Geleceğe Dair: Arşivden Yapay Zekâya
Yarın ne olur? Büyük olasılıkla dijital arşivler daha erişilebilir olacak; yöre derlemeleri etiketlenip haritalanacak; bir melodinin göç yollarını veri üzerinden izleyebileceğiz. Yapay zekâ, icrayı taklit etmek için değil, geleneği anlamak ve öğretmek için kullanıldığında güçlü bir rehber olabilir: ritim tanıma ile halay kalıplarını çözümlemek, genç icracılara ayağı tutturacak etkileşimli egzersizler sunmak, hatta “aynı türkünün 5 farklı yörenin söylemesiyle nasıl değiştiğini” anında karşılaştırmak mümkün olacak. Bu, geleneği dondurmak değil, yaşama imkânlarını artırmak demek.
Beklenmedik Bağlantılar: Türkü, Veri ve Gündelik Hayat
- Veri bilimiyle türkü soyağacı: Aynı melodinin farklı varyantlarını bir ağ grafiğine döksek; hangi motifin hangi yolda dallandığını görsek? Bu, sadece müzikologlara değil; “hikâyeler nasıl evrilir?” sorusuna meraklı herkese yeni bir oyuncak verir.
- Gastronomi eşleşmeleri: Ege’nin zeybeğini zeytinyağlılarla, Karadeniz’in horonunu mısır ekmeği ve hamsiyle düşünün. Ritimle lokma arasında şaşırtıcı bir uyum var; tempoya göre mutfak!
- Spor tribünleri ve meydan ritüelleri: Tezahüratların oyun havalarıyla akrabalığı tesadüf değil. Bedenin birlikte hareket ettiği her yerde türküye kapı aralanır.
O Halde: Kaç Çeşit Türkü Vardır?
Şimdi dürüst olalım: Tek bir sayı yok. Ama şunu güvenle söyleyebiliriz: En geniş çerçevede iki ana damardan (uzun hava ve kırık hava) bahsederiz; her damarın altında onlarca yöresel, işlevsel, ezgisel alt tür, sayısız varyant ve her icracının kattığı küçük ama anlamlı farklar vardır. Yani “kaç çeşit?” sorusu, aslında “kaç hikâye, kaç nefes, kaç hatıra?” demektir. Türkü; sayıldıkça eksilen değil, söylendikçe çoğalan bir varlık.
Kapanış: Hepimizin Çaldığı Aynı Ev
Arkadaş meclisinde bağlama birine, ritim başka birine, söz bize düşer. İçimizden biri hoyrat döker, diğeri zeybekle ağır ağır kalkar. “Kaç çeşit türkü var?” sorusunun cevabı tam da o anda belirir: Ne kadar çok isek, o kadar. Çünkü türkü, sayı değil; hep beraber kurduğumuz bir ev. Kapısı hep açık, buyurun girin; belki bugün bir uzun hava dinleriz, yarın bir horonun peşine takılırız. Hepsi bizim, hepsi aynı damdan düşen farklı ışıklar.